Yeni iş, yeni hayat, İstanbul’a gidiş…

Beni yakından tanıyanların bildiği üzere, 18 Şubat’tan itibaren İstanbul’da yaşamaya başladım. Kar, karla karışık çamur ve buz dolu geçen ilk günlerimi saymazsak, trafikten başka bir sıkıntı yok gibi. Hele ki yanlış yola sapılmışsa ve o yolda da trafik kazası varsa… “Trafik ne kadar yoğun olabilir ki?” sorusunu soran Ankaralı’lardan rahmetli Papa II. Jean Paul‘un Ankara’ya geldiği günü hatırlamalarını isteyeceğim.
İstanbul’u anlamaya çalışmakla geçen bir haftanın sonunda hem özlediklerimi görmek, hem de kalan bazı eşyalarımı almak için bu hafta sonu Ankara’daydım. Perşembeden sonra ısınan hava sayesinde İstanbul’da paltosuz gezerken, Ankara’da buz gibi esen rüzgarı hissedince Ankara’nın bu mevsimdeki havasını hiç özlemediğimi anladım.
Pazar günü, İstanbul’a dönme vakti gelince içimi hem bir hüzün hem de hafif bir heyecan kapladı. 7,5 yıldır yaşadığım evden ayrılmanın acısını o an hafifletecek tek şey İsmail’in Yeri Bolu Dağı Et Lokantası’ydı. Bu sefer de “yiyici” ancak önceki yazımdan farklı şekilde, tek kişilik bir ekip olarak yoldaydım. 😉 Bir de o zamanlar 22 YTL olan kuzu etinin brüt kilogramının 25 YTL’ye çıkması var tabi…

Bana göre İsmail’in Yeri’nde pencere kenarında bir yer bulabiliyor olmak, hızlı ve nispeten daha kaliteli bir servis almak anlamına geliyor. Bunun iki sebebi var, birincisi saat itibariyle ortam kalabalık olmuyor, garsonun dikkatini çekmek için şekilden şekile girmenize gerek kalmıyor, ikincisi ise, pencere kenarındaki masalar genelde en az 4-6 kişilik olduğundan bir an önce yiyip mutlu bir şekilde oradan kalkmanız için servis elemanları ellerinden geleni yapıyor. 😉
Garsonun bana söylediğine göre bir kişi için brüt 500 gr. et “yeterli” oluyor, ancak tereyağı, bal ve yoğurt gibi yiyeceklere fazla ilgi göstermeyenler bence rahatlıkla 750 gr. et yiyebilirler. Hiç gözünüzde büyümesin.

Tas kebap, kuru fasulye, kuzu haşlama, kuzu kavurma, patlıcan kebap, rosto ve benzeri sulu yemeklerin de bulunduğu lokantada, en çok tüketilen çeşitlerin, herkesin tabağında mutlaka gördüğüm için, pirzola ve külbastı olduğunu düşünüyorum. Yemekten sonra, sürekli önümü kesen ve bana seslenen, sanırım, Topçu marka çikolatanın satış elemanına aldırmadan “Bolçi” marka çikolatamı aldım ve yeni hayatıma doğru yola koyuldum.
İstanbul’a gelişimi bu şekilde biraz da olsa renklendirmek istedim. Yoksa Ankara’da bıraktıklarımı düşününce içim sızlıyor.

Share This

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *